Yüzyıllar boyunca insanlar, evrende yalnız olduklarına kesinlikle inanmışlardı.
Özelliklekilise, Dünya'nın evrenin merkezi olduğunu ve diğer tüm cisimlerin
onun etrafında döndüğü tezinden başkasını kabul etmiyordu. Ta ki astronom
Nikolaus Kopernikus, Dünyanın da diğer gezegenler gibi Güneş'in etrafında
döndüğü ve evrende özel bir konumda bulunmadığını açıklayana dek... Tarihte
uzay senaryoları Böylece geçen yüzyıldan itibaren, insanların evrene bakış
açıları da
değişti. Hatta Thomas Dick adındaki İskoç bir papaz, evrenin haddinden
fazla iskân edildiğini öne sürecek kadar ileri gitmişti. Bu din adamı popüler
bir kitabında, evrende yaklaşık 2,5 milyar gezegende, canlıların yaşadığını
öne
sürmüştü.
Bundan çok kısa bir süre sonra 1875 yılında, "New York Sun" adlı saygın
bir gazetede, tüm zamanların "en büyük keşfinden" bahsediliyordu. Yeni
geliştirilmiş teleskoplarla, astronomlar sözde ayda yaşayan olağanüstü
canlıları görmüşlerdi! Ayda yaşayan canlılar gazetenin tarifine göre, 1,20
m büyüklüğünde, kızıl saçlı ve kanatlıydılar! Tabii çok geçmeden bunun
sadece hayali bir haber olduğu anlaşılmıştı. Fakat insanların evrende başka
canlıların yaşadıklarına inanmaya her an hazır oldukları, daha sonraki
yıllardaki, hayali Mars insanlarıyla iyice ortaya çıkmıştı. İtalyan astronom
Giovanni Schiaparelli ' nin komşu gezegenlerde gördüğü geometrik yapıları,
yapay kanallar olarak açıklamasından sonra, Mars haritası büyük bir sansasyon
yaratmış ve Mars insanlarının varlığına inananlar birdenbire çoğalıvermişti.
Yazar H. G. Wells 'in 1897 yılında yayımlanan bilim kurgu romanı, Marslıların
Dünya'ya büyük bir saldırı düzenleyerek, Dünyalıları
köleleştirmesini konu almaktaydı. Bu senaryo insanları öylesine derinden
etkilemişti ki, 1938 yılında Orson Welles 'in benzer konulu bir piyesi,
New York radyosunda yayınlandığında, binlerce insan şehri terk etmişti.
Daha ellili yılların ortasında UFO hikâyelerinin babası olarak bilinen
Pole Georg Adamski, Venüs'e yaptığı uzay gezisini anlatarak binlerce yandaş
toplamıştı. Venüslüler, sözde 1000 yıl yaşayabiliyorlardı ve gezegenlerinde
her şey otomatikleştiği için, günde yalnızca iki saat çalışmaları yeterliydi!
Aynı tarihlerde ölçüm aygıtlarıyla çalışmaya başlayan astronomlar, Mars
ve Venüs gibi komşu gezegenlerde, primitif bitkilerin veya mikroorganizmaların
yaşadıklarına dair kanıtlar bulmuşlardı! Ve gerçekler... Ne var ki altmışlı
ve yetmişli yıllarda kanıtların doğru olmadığı ortaya çıktı. Daha gelişkin
gözlem sondalarıyla yapılan incelemeler sonucunda, Mars'ın adeta steril
bir buz kütlesi, Venüs'ün ise madeni ergitebilecek sıcaklıkta olduğu anlaşıldı.
Daha üç yıl önce NASA araştırmacılarının bir basın toplantısında yaptıkları
bir açıklamaya göre, Dünyamızın dışında yaşamın izlerine rastlanmıştı.
Kanıt olarak bir zamanlar Mars'tan koparak evrende yuvarlanan ve bundan
13.000 yıl önce Antarktik bölgesine düşen bir göktaşını göstermişlerdi.
Patates büyüklüğündeki bu taşın içinde, bilim adamları, bakterilerin fosilleşmiş
kalıntılarını bulmuşlardı. Bundan birkaç hafta önce ise, NASA
araştırmacıları 1911 yılında Mısır'da bulunan bir Mars taşında da,
mikroorganizmalara ait izlerin bulunduğunu açıkladılar.
Fakat olaya şüpheli yaklaşan jeologlar, mikroorganizmaların Dünya'ya
ait olabileceğini savundular. Belki de Mars ve Venüs gibi komşu gezegenlerde,
primitif bitkilerin yaşadığı düşüncesi hatalıydı. Ancak, Güneş Sistemi'nde
yaşam belirtileri olmadığını söylemek için henüz erkendi.
Europa'da yaşam Son araştırmalardan anlaşıldığı gibi, astronomlar aslında
aramalarını Güneş Sistemi'nin yanlış bir bölgesinde sürdürmüşlerdi. Uzay
sondası "Galileo", Dünya'dan 800 milyon km uzaklıktaki olası bir vaha ile
karşı karşıya:
Jupiter uydusu Europa Gözlem robotu üç yıldan beri, bu dev gezegeni
ve uydusunu gözlemekte. Geçen aylarda elde edilen görüntülerden, Jüpiter
uydusunun, en az Dünya'nın uydusu Ay büyüklüğünde olduğu saptandı. Peş
peşe elde edilen görüntülerden sonra, Berlin Uzay Enstitüsü'ndeki bilim
adamları, Europa uydusunda dev bir okyanusun bulunduğunu tahmin ediyorlar.
"Ancak okyanusun derinliğini şimdilik bilmiyoruz" diyor, Gerhard Neukum.
"Galileo" verilerini değerlendiren Amerikalı jeologlar, 15 km kalınlığındaki
buz tabakasının altında 100 km derinliğinde bir denizin bulunduğunu
hesaplamışlar. Pasifik okyanusunun derinliği ise sadece 11 km. Eğer
Amerikalı araştırmacıların hesapları doğruysa, Europa'da Dünya'dakinden
iki misli daha fazla su bulunmakta. İnanılır gibi değil, ama Europa'nın
yüzeyinden alınan fotoğraflarda, tıpkı Arktiktekine benzer hareketli buzul
tabakaları görülmekte. Asteroitlere ait düşme izleri, Ay'dakine oranla
çok daha az. Kraterlerin sayıları ve biçimleri, aslında buz tabakasının
sadece birkaç milyon yıldan beri geliştiğini gösteriyor, yani sonuçta Europa
tamamen donmuş olamaz. Peki ama böyle bir şey mümkün olabilir mi? Neredeyse
hiç Güneş ışını almayan Jüpiter uydularında, en yüksek sıcaklık -130 derecedeyken,
hâlâ donmamış su bulunabilir mi? "Bu durum ilk başlarda bizi de çok şaşırtmıştı"
diyor, Neukum. "Fakat daha sonra Jüpiter'in Dünya'dan 300 misli daha ağır
olduğunu
hatırladık. Yoğun gaz içerikli gezegen, uydularını muazzam bir gelgit
gücüyle yoğurduğundan, bunların içlerinde kinetik ısı oluşur."
Jüpiter uydusundaki buz tabakasının kilometrelerce derinliğinde, böylece
pekala güney denizinin sıcaklığında bir deniz olduğu düşünülebilir. Ne
var ki, Europa uydusunun tümü karanlık. Fakat basit organizmalar güneş
ışığı görmeden de yaşayabiliyorlar. Örneğin, yeryüzündeki okyanusların
hiç ışık almayan derinliklerinde, metrelerce uzunlukta spirografisler,
yengeçler ve dev midyeler dolaşmakta. Bu yüzden bazı bilim adamları, Europa'da
canlıların varlığına inanıyorlar. Araştırmacılar 2003 yılında Europa'nın
yörüngesine, radarlarla uydunun her yanını aydınlatacak bir aygıt yerleştirmeyi
düşünüyorlar. Pasadena (Kaliforniya) NASA Gezegen Araştırma Merkezi'ndeki
bilim adamlarının Europa ile ilgili projeleri daha ilginç. Uydunun yüzeyine
gönderilecek bir uzay sondası, adeta bir torpido görevini yerine getirecek.
Nükleer enerjiyle çalışan sondanın ucunda bulunan "Cryobot" (delici
kapsül), kilometrelerce karanlıktaki buz tabakasını eritecek. Kalın buz
tabakasının delinmesiyle birlikte, delici kapsül, "Hydrobot" olarak adlandırılan
denizaltı robotunu, buz tabakasının altındaki "denize" fırlatacak. Ve proje
başarıya ulaşırsa, "Hydrobot" kilometrelerce derinlikte gözlemlerini sürdürebilecek.
NASA araştırmacıları projeyi önce Antarktik'te deneyecekler. Güney kutup
istasyonu Wostok'un 4 km altında, yüz bin yıdlır dış dünyadan kopmuş olarak
varlığını sürdüren dev bir göl keşfetmişler. Rus bilim adamları ilk denemede
buzun içinde yabancı mikroplara rastlamışlardı.
Biyolog Karl Stetter yaptığı uzun incelemeler sonucunda, organizmaların yalnızca dondurucu sıcaklıklarda değil, kaynaçlarda, çok sıcak petrol kaynaklarında ve yanardağ ağızlarında da, tamamen havasız ve ışıksız yaşayabildiklerini tespit etti. "Böylece, yavaş yavaş, yaşamın düşündüğümüzden çok daha çeşitli ortamlara uyum sağlayabileceğini anlamaya başladık" diyor, astrobiyolog Frank Drake.