Uzayı Dinlemek

Uzaylıları bulmaya yönelik, fakat çok daha farklı bir yaklaşım düşününüz: Dünyadışı yaşam saptama amaçlı radyo taraması. Bu yaklaşım fanteziden ve sahte bilimden ne açıdan farklıdır? 1960'ların başlarında Moskova'da, Sovyet gökbilimciler bir basın toplantısı düzenleyerek CTA-102 adlı gizemli, uzak bir cisimden, 100 günlük periyodlarla, sinüs dalgasına benzer yoğun radyo yayımları aldıklarını açıklamışlardı. O zamana kadar bilinen uzak ve periyodik bir kaynak yoktu. Böylesine gizemli bir keşfi duyurmak için neden bir basın toplantısı düzenlemişlerdi? Çünkü, büyük güçlere sahip dünyadışı bir uygarlık saptadıklannı düşünmüşlerdi. Elbette ki böyle bir haberi duyurmak için basın üyelerini kaldınp getirmeye değerdi. Açıklama basında büyük sansasyon yarattı; hatta rock müziği grubu Byrds bu keşif adına bir beste bile yaptı: "CTA-102, buradayız bak, seni duyuyoruz. / Sinyaller orada olduğunu söylüyor. / Sesin oldukça gür ve berrak geliyor. . ."
CTA-102'den radyo yayınları, öyle mi? Elbette. Peki CTA-102 nedir? Bugün biliyoruz ki, CTA-102 uzak bir quasar. Keşfın yapıldığı sırada, "quasar" sözcüğü henüz yazına girmemişti bile. Quasarların yapısını bugün bile tam olarak bilemiyoruz; bilimsel yazında onlar için her biri aynı derecede özgün birçok açıklama yer alıyor. Bununla birlikte, o Moskova basın toplantısında yer almış olanlar da dahil olmıak üzere bugün hiçbir gökbilimci, CTA-102 gibi bir quasarın milyarlarca ışıkyılı ötede, çok yoğun güç düzeylerine iye dünyadışı bir uygarlık olabileceğini ciddi olarak öne sürmüyor. Neden?  Çünkü, quasarların yapısal özelliklerine ilişkin olarak bilinen fizik yasalarıyla tutarlı, dünyadışı yaşam olasılığına da yer bırakmayan alternatif açıklamalanmız bulunuyor.

Dünyadışı yaşam, en son başvurulacak bir seçenek; başvurduğumuz her şey sonuçsuz kaldığında devreye girebilecek türden bir hipotez sayılıyor. 1967 yılında, İngiliz bilim adamları, şaşırtıcı bir dakiklikle açılıp kapanan, periyodik sabiti on ya da daha belirgin bir rakama karşılık gelen, Dünya'va çok daha yakın bir radyo kaynağı saptadılar. Neydi o kaynak?  Bulguyu yapanların ilk düşündüğü, sinyalin bizi hedef alan bir mesaj ya da yıldızlararası sefer yapan uzay araçları için bir işaret kulesine ait olduğuydu. Hatta Cambridge Üniversitesi'nde, patavatsızca, cisme bir de isim verdiler: LGM-1 (Little Green Men): Küçük Yeşil Adamlar. Yine de Sovyet gruptan daha zekice davranmış, basın toplantısı düzenlemeye  kalkışmamışlardı. Kısa süre sonra anlaşıldı ki gözledikleri cisim, bugün "atarca (pulsar)" dediğimiz tür yıldızın saptanan ilk örneğiydi. Bu, Yengeç Bulutsusu atarcasıydı.

Peki atarca nedir? Atarca, büyük kütleli bir yıldızın son evresi, diğer yıldızlar gibi gaz basıncı ya da elektron dejenerasyonu ile değil, nükleer kuvvetlerle ayakta duran, kent büyüklüğünde bir güneştir. Başka bir deyişle, on beş kilometre kadar çapa sahip bir atom çekirdeğidir. Altını çizmek istiyorum ki bu tanım, yıldızlar arası işaret kulesi denli ilginç bir kavrama karşılık geliyor. Atarcanın ne olduğuna verilecek yanıt, son derece garip bir içeriğe sahip. Atarca dünyadışı bir uygarlık değil, başka bir şeydir: Ama o başka bir şey gözlerimizi ve aklımızı, doğadaki sıradışı olasılıklara açar. Anthony Hewish, atarcaları bulgusuyla fızik alanında Nobel Ödülü'ne layık görüldü.

Ozma deneyi (dünyadışı zeka arama amaçlı ilk radyo taraması); Harvard Üniversitesi/Gezegen Araştırmaları Derneği META (Megakanal Dünyadışı Tarama) programı; Ohio Eyalet Üniversitesi araştırması; Berkelev, Kaliforniya Üniversitesi SERENDIP Projesi ve birçok diğer grup uzayda, gözlemcinin yüreğini ağzına getiren türden sinyaller saptadılar. Her seferinde, bir an için, Güneş sisteminin ötesinden gelen zeki bir yaşam sinyali aldığımızı düşündük. Sinyalin aslında ne olduğu konusunda en küçük bir fikrimiz yok; çünkü yinelenmedi. Birkaç dakika sonra, ertesi gün ya da yıllar sonra teleskopu göğün aynı noktasına, aynı frekans, aynı bant aralığı, aynı polarizasyon ile çevirdiğinizde tek bir sinyale bile rastlamıyorsunuz. Ancak, bırakınız duyurmayı, uzaylıların izine rastladığınızı çıkarsamıyorsunuz bile. Bir kereliğine duyduğunuz o sinyal istatistiksel olarak kaçınılmaz bir elektron boşalması, saptama sistemindeki bir arıza, Dünya'dan gönderilmiş bir uzay aracı ya da civardan geçen ve radyo gökbilim çalışmalarına ayrılmış kanallarda yayın yapan askeri bir uçak olabilir.  Hatta caddenin aşağısındaki bir garaj kapısının kumanda aleti ya da yüz kilometre ötedeki bir radyo istasyonu da aynı sinyale yol açabilir.

Olasılıkların sayısı çok fazla. Alternatifleri sistematik olarak kontrol etmeli ve hangilerinin elenebileceğine bakmalısınız. Kanıt olarak sunabileceğiniz tek bulgu yinelenmeyen garip bir sinyal ise, uzaylılann izine rastladığınızı duyurmava kalkışamazsınız. Sinyal yinelenecek olsaydı, o zaman basına ve kamuoyuna duyurmaya hazır olur muydunuz? Hayır, olmazdınız. Belki de biri size muzip bir oyun oynuyordur.  Belki de saptama sisteminizde henüz farkına varmadığınız bir terslik vardır. Belki de sinyal, henüz keşfedilmemiş bir astrofiziksel kaynaktan geliyordur. Yapmanız gereken, diğer radyo gözlemevlerindeki bilim adamlarını arayarak, gökteki şu noktada, şu frekans ve bant aralığında ve şu şu şu ayrıntıların söz konusu olduğu durumda, komik bir sinyal almakta olduğunuzu haber vermektir. Lütfen oradan da gözlenip gözlenmediğine bir bakabilirler mi? Doğanın karmaşıklığından ve insanın yanılabilirliğinden tümüyle haberdar birkaç bağımsız gözlemci, göğün aynı noktasından aynı tür veriyi alacak olursa, uzaylı varlıklardan bir sinyal geldiği olasılığını ciddi olarak düşünmeye başlayabilirsiniz.

Bilim belli bir disiplin gerektirir. İlk bakışta nedenini anlayamadığımız bir şey saptadıgımız her zaman, sağa sola koşturup "küçük yeşil adamlar" diye naralar atamayız; çünkü CTA-102'yi bulgulayan Sovyet gökbilimciler gibi saptadığımızın başka bir şey olduğu anlaşılınca çok komik duruma düşebiliriz. Büyük ereklerin söz konusu olduğu durumlarda, özel önlemler gereklidir. Kanıta ulaşmadan kararımızı vermek zorunda değiliz. Emin olmama seçeneğimizi kullanma hakkımız var. Sık sık, "Dünyadışı zeka olduğuna inanıyor musunuz?" sorusuyla karşılaşıyorum. Verdiğim yanıt, standart savları içeriyor: Uzayda çok sayıda yıldız var, yaşam molekülleri her yerde mevcut; milyarlarca ifadesini kullanmayı da unutmuyorum kuşkusuz. Sonra da evrende bizden başka zeki varlık olmaması görüşünün benim için çok garip olduğunu, ama henüz olduğunu
kanıtlar yönde güçlü verilere de rastlamadığımızı belirtiyorum. Genellikle, ardından şu soru geliyor: "Kişisel görüşünüz nedir?" Ben de, "Kişisel görüşümü az önce belirttim size" diyorum. "Evet anlıyorum, ama içgüdüleriniz ne söylüyor size?" Ama benim düşüncelerimi içgüdülerim yönlendirmiyor.  Dünyayı anlamak konusunda ciddiysem, ne denli haz verici olursa olsun, düşünmek için beynimden başka bir araca başvurmak başımı derde sokar. Gerçekten, yargıya varmak için kanıtı beklemenin hiçbir sakıncası yok; sizi temin ederim."
(Carl SAGAN'ın "Karanlık Bir Dünyada Bilimin Mum Işığı" isimli kitabından)